Sarıyer Yenigün, Sarıyer'in Gerçek Tarafsız Gazetesi - SEVGİ NEDİR?
ŞEREF AYER </br>KOVULMADIKÇA </br>SARIYER İFLAH OLMAZ!!!

Karakter boyutu :13 Punto15 Punto17 Punto19 Punto

SEVGİ NEDİR?

Allah her şeyi sevgiyle yaratmıştır. O’ndan bize akan herşey sevgidir. O’nun insanlardan istediği tek şey; SEVGİDİR. Sevgi herkesi kapsayan ortak mutluluk dilidir.
16.10.2012 / 00:00


“Yaratılışın sebebi sevgidir.”

Sevgili okurlar, bundan sonra her hafta yeni yazılarımızla sizlerle buluşacağız. Bu hafta yazımızda sizlere sevgiden bahsetmek istiyoruz.

Allah her şeyi sevgiyle yaratmıştır. O’ndan bize akan herşey sevgidir. O’nun insanlardan istediği tek şey; SEVGİDİR. Sevgi herkesi kapsayan ortak mutluluk dilidir. İnsanların diğer insanlarla ve Allah ile olan ilişkileri hep sevgiye dayalıdır.

Allah ile olan ilişkilerde, başlangıçta insanlar Allah’tan hoşlanır, daha sonra Allah’ı sever, daha sonra Allah’a âşık olur ve en sonunda Allah’a hayran olurlar. Hayranlık bu işin en zirve noktasıdır. Gönül dostu Yûnus Emre ne kadar da güzel ifade etmiştir bunu: “Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü.”

Sevginin ölçütü ise fedakârlıktır. Bu sebeple sevgi, aşk ve hayranlık, kişinin Allah ile olan ilişkilerinin seviyesine paralel olarak farklı şekillerde tecelli etmektedir. Bunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle, en şerefli varlık olan insanın yaratılışına bakmak gerekir.

Hayat Kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’de insan çok güzel tarif edilmektedir. Allahû Tealâ, kadın-erkek tüm insanların bir fizik bedenle yaratıldığını bizlere şöyle açıklıyor: "Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık." (Hicr-26)

İnsanoğlu bu zahirî âlemde aynaya baktığı zaman kendisini sadece bir fizik bedenden ibaret sanır. Halbuki bu bedenin içerisinde bir de nefsimiz vardır: "Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun)." (Şems-7)

Nefs, berzah âlemine ait bir varlıktır. Nefsin manevî kalbinde 19 tane hastalık vardır: Kin ve nefret, yalan, cehalet, cimrilik, dedikodu, fitne ve fesat, haset, hırs, isyan, iptîlalar, kibir, küfür, mürailik, nankörlük, öfke ve gayz, vefasızlık, sabırsızlık, zan ve zulüm.

Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de bir üçüncü vücudumuz olan, Allah'tan üfürülen ruhtan şöyle bahsediyor: "Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz." (Secde-9)

Ruh, Allah’ın ruhudur ama bizde bir emanettir. Ruhta, nefste bulunan hastalıkların, afetlerin zıttı olan 19 tane haslet vardır: Sevgi, iman, doğruluk, adalet, edeb, kemalat, cömertlik, sükunet, itaat, sabır, tevazu, kanaat, şükür, ketumiyet, hakikat, meziyet, vefa, samimiyet, tevhid.

Ruhumuzun özelliklerinden biri olan sevgi, diğer 18 hasletten daha önemli bir muhteva taşımaktadır. İnsanla Allah arasındaki ve insanla diğer insanlar arasındaki ilişkiler hep sevgiye dayalıdır ve dînin bütününü ifade eder. Nefsimizdeki hastalıklardan biri olan kin ve nefret ise sevginin zıttıdır.

Allahû Tealâ biz insanların birbirini sevmesini, herkesin birbirine dost olmasını ister. Öyleyse bu nasıl gerçekleşir?

Allah ile olan ilişkilerimizde itaat esasına dayalı bir muhteva söz konusudur. Diğer insanlarla olan paylaşımlarımızda ise sevgi, şefkat ve dostluk her daim ön planda olmalıdır.

Kur’ân’ın bütününe baktığımız zaman; en alt seviyeden insanı en üst noktada olgunlaşma basamağına ulaştırmak üzere Allahû Tealâ’nın vaaz ettiği 28 basamaklık bir İslâm merdiveni vardır.

Başlangıç noktasında insanların hepsi olayları yaşar ve olayları kendilerine göre değerlendirirler. Sosyal bir varlık olan insan, diğer insanlarla birlikte yaşar. İnsanın diğer insanlarla birlikte yaşamasından dolayı bir takım davranış biçimleri söz konusudur. İşte bu insanların birbirleriyle ilişkileri, davranış biçimleri Allah açısından çok önemlidir. Allahû Tealâ insanları bu beşerî ilişkiler üzerinden değerlendirmektedir.

28 basamaklık İslâm merdiveninin birinci basamağında olayları yaşayan insanlar, ikinci basamakta Allahû Tealâ tarafından davranış biçimleri açısından değerlendirilir. Bu seçimin neticesinde insanlardan bazıları seçilir, diğerleri seçilmez.

Seçilmeyen insanlar, kendileri Allah’ı sevmedikleri ve O’na dost olmadıkları gibi başka insanları da sevmeyen ve onlara dost olmak istemeyen, aksine davranışlarıyla onlara düşmanlık eden kişilerdir. Kendileri mutsuzdurlar, davranışlarıyla başkalarını da mutsuz ederler. Osmanlı’da şöyle bir ifade vardır, bu tip insanlar için söylenir: “Ne kendi eyledi rahat, ne âleme verdi huzur, çekti gitti bu dünyadan, dayansın ehli kubur.” Allahû Tealâ böyle bir insanın kalbini tab etmiştir (mühürlemiştir) ve o kişi Allahû Tealâ tarafından seçilmeyen kişidir.

Bir insan normal standartlar içerisinde kendisi huzursuz ve mutsuz olabilir. Eğer başkasının huzursuzluğuna ve mutsuzluğuna sebep olmuyorsa ve başkalarını hidayetten men etmiyorsa, kendisi henüz hidayeti dilememiş dahi olsa Allah o kişiyi Kendisine seçer. Ancak kendisi hidayeti dilemediği gibi başkasının da hidayetine mani oluyorsa Allahû Tealâ o kişiyi seçmemektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de, Allah’ın Kendisine seçtiği insanları çeşitli musibetlerle imtihan ettiği ancak karşılaşılan olaylarda, kişinin göstereceği sabrın sonunda müjdelerin olduğunu belirtiliyor: “Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele.” (Bakara-155)

Takip eden ayette ise musibetin yaşandığı anda kişilerin nasıl düşünmesi gerektiği şöyle ifade edilmektedir: “Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.” (Bakara-156)

Allah’ın kişilere musibete yaşatmasının sebebi nedir?

Kişinin karşısına çıkan her olayda Allah’ın mutlaka bir muradı vardır. Olayları hiçbir zaman boşuna vücuda getirmemektedir. Halk arasında da yaygınca kullanılan bir ifade vardır: “Bir musibet bin nasihatten iyidir.” Allah da musîbetlerle kullarına nasihat eder. İster ki kişi kalben Allah’ı dilesin, O’na yönelsin. Bu sebeple herkesi senede iki kere imtihan edeceğini ifade etmektedir: “Ve onlar, senede bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra tövbe etmiyorlar (Allah’a yönelmiyorlar) ve onlar zikir yapmıyorlar (Allah’ın ismini ardarda tekrar etmiyorlar).” (Tevbe-126)

Herşey Allah’ın sonsuz kudreti içinde var olmaktadır. Yaşanan musibetlerde Allah’ın muradını görmeyip Allah'a ulaşmayı dilemeyen kimseler, aslında kendi mutsuzluklarının da mimarıdır: “Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, elbette onların ecelleri yerine getirilirdi (kaza edilirdi). Fakat (hayatta iken) Bize ulaşmayı dilemeyen kimseleri, isyanları içinde şaşkın bırakırız.” (Yunus- 11)

Mutlu olmak için ne yapmak gerekir?


Mevlâna Hazretlerinin de bu konuda çok manidar bir deyimi vardır: “Herkes huzur ve saadeti arıyor ama insanların çoğu huzursuz ve mutsuz.”

Bir insan, eğer aradığı şeyi doğru yerde aramıyorsa onu hiç aramıyor demektir. İnsanlar, eğer gerçek mutluluğu arıyorlarsa onu doğru yerde aramalı ve kalben Allah’a ulaşmayı dilemelidirler. Allahû Tealâ bu bir dilek karşılığında o kişiye hem dünya hem de ahiret saadetini müjdelemektedir: “Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).” (Bakara-186)

Huzur ve saadet… Şu dünya hayatında yaşı, cinsi, mesleği ne olursa olsun herkesin aradığı en önemli iki unsur.

Siz, değerli okuyucularımızın da kalben Allah’ı dileyerek sonsuz mutluluklara ulaşması dileklerimizle yazımızı burada sonlandırıyoruz.

Allah hepinizden razı olsun.

Etiketler: Sevgi Nedir?
Yazarın Diğer Yazıları